9 Aralık 2012 Pazar

DAVUTPAŞA ORTA 3

Taksim'e çıktığımızda henüz hangi sergiye gideceğimize karar vermemiştik. İstiklal'in tam üzerinde olduğu için ilk olarak Borusan yada Alter'e girmeyi düşündük ancak sonradan somut bir şeyler görmek istediğimizi fark ettik ve kendimizi elimizde navigasyonla taksimin arka sokaklarında Tütün Deposu'nu ararken bulduk. Okulumuzda da bir dönem öğretmenlik yapmış olan Ahmet Sel'in 'Davutpaşa Orta 3' adlı çalışması sergileniyordu.

Ahmet Sel'in ünlü bir fotoğrafçı olduğunu biliyordum ancak hiçbir sergisini ziyaret etme fırsatı bulamamıştım, bugün çekimlerini gördükten sonra hakkında yapılan yorumların ne kadar doğru olduğunu gözlerimle görmüş oldum. Fotoğraflarında gerçekten bir yaşanmışlık var. Durup baktığınızda çokta yaratıcı olmanıza gerek yok, zaten öyküleri de fotoğraflarla birlikte gözünüzün önünde duruyor gibi.

Sergiden çıktığımda böyle bir çalışmayı neden yapmış olabileceğini hayal etmeye çalıştım ve araştırdığımda sanatçının şu cümlesiyle karşılaştım '12 Eylül darbesi benim de geçmişimle ilgili bir tarih. Toplumsal hafızamız zayıf. Darbe bu anlamda başarılı da oldu. Bu günlerde mahkemelere inanılmaz bir pişkinlikle ve özgüvenle cevap veren darbeciler, balık hafızalı, apolitik bir toplum yarattı.Toplumumuzun darbelerle yüzleşmesi, bunların en yakın ve kanlılarından olan 12 Eylül'ün acımasız aynasında kendini bir daha görmesi çok önemli. Olup bitenleri silinmezler hanesine yazmak, yeni bir yaşama başlamak için gereklidir. Başımızı kuma gömerek ne kadar yaşayabiliriz ki?' ve bu cümlelerden sonra Sel'in neden böyle bir çalışmayı yapmayı üstlendiğini anladım.

İlk olarak sergi hakkında biraz görsel bilgi vermek istiyorum, biz Cansu'yla önünde durduğumuz binanın depo olup olmadığını tartışırken pekte otomatiğe benzemeyen büyük demir kapı 'tık' diye açıldı. Ardından içeri girdik bir kat merdiven çıktıktan sonra serginin olduğu salona ulaştık. Tasarımını Zeren Göktan'ın yapmış olduğu bu sergi gayet sade bir şekilde dizayn edilmiş. Klasik çerçeveler içinde bulunan fotoğraflar ve öyküleri yan yana koyulmuş. 42 insanın, 42 birbirinden farklı aynı zamanda bir o kadar benzer hikayelerinin tümünü okudum. Hepsinin başında insanın tüylerini ürpertecek aslında bir nevi hikayelerinin özeti olan birer cümle duruyordu. Beni en çok etkileyen de bu cümlelerin aslında benim hayal bile edemediğim şeyleri insanların iliklerine kadar yaşadığını görmüş olmamdı. Bence bu cümlelerin en etkileyicilerinden biri de şu an oğlunun ders dinlediği sınıfta bir zamanlar işkence gördüğünün söyleyen adama aitti.

Ahmet Sel 42 mahkumun tümüyle görüşmeyi başarmış ve bu insanların anılarını objektif bir şekilde aktararak sergiye zenginlik katmıştır. Sergiye zenginlik katan bir diğer unsur da bu koğuşta kalmış mahkumların bazı kişisel eşyalarıydı.

Bence bu sergi, bireylerin toplumsal olaylara farkındalığını arttırmak için kesinlikle görülmeli, insanları darbe gerçeği hakkında düşünmeye teşvik ediyor.




Sonu ne olur diye düşünmeden en fazla ne kadar ‘akışına’ bıraktınız ki kendinizi?

En fazla ne kadar süre, ilerisini düşünmeden sonuna gittiniz?

Bunlara hiç, az bi süre diye cevap veriyorsanız kimilerine göre şanslısınızdır çünkü hiç canınız yanmamıştır, kapılmamışsınızdır.

Kimilerine göre de şanssız.

Tam anlamıyla bir şey yaşamamışsınızdır o zaman.

Tam sevilmemiş, tam sevmemiş, yarım yaşamışsınızdır ilişkiyi.

Ucundan sahip olmuşsunuzdur karşınızdakine, onunda size kenardan köşeden sahip olduğu gibi.



24 Ekim 2012 Çarşamba

Mutfaktan güzel kokular geliyor


Hepimizin düşünmek istemediği zamanlar oluyordur, olmuştur değil mi?

Pekte kolay olmaz beynimizi kontrol etmek, özelliklede benim kadar takıntılıysanız aklınızdan çıkaramazsınız. Fakat bu günlerde hoş ve lezzetli bir çözümüm var bu duruma.

Hem hoş kokuyor hem ellerim bunla uğraşırken düşünmüyor.

Evet muffin, cupcake ve türevleri şirin keklerden bahsediyorum.  Mutfakla aramın pek iyi olduğu söylenemez ancak konu tatlıya gelince hiç üşenmeden internetten açıp bakıp yapabilirim. Daha bu konuya yeni sardığım için acemi işler çıktı ortaya ama haftaya çok çok daha lezzetli olacağına eminim J

İlk olarak çikolatalıdan başlıyorum internetten bulduğum tarifi yazıyorum 

Malzemeler; ( Bu ölçülerden yaklaşık 15-16 adet muffin çıkmaktadır)

*3 adet oda sıcaklığında ve orta boy yumurta,
*1,5 su bardağı toz şeker,
*175 gr oda sıcaklığında margarin ( ben tereyağı kullanıyorum )
*1 çay bardağı sıvıyağ 
*1 çay bardağı süt
*1 çay bardağı yoğurt
*1 çay bardağı kakao,
*1 paket kabartma tozu,
*80 gr kadar rendelenmiş veya ufakça doğranmış beyaz çikolata ( ben beyaz çikolata yerine çilekli çikolatalardan kullandım ve inanılmaz lezzetli oldu)
*2,5 su bardağı un
*Dr oetker'in iki renkli çikolata sosu (üstü için-isteğe bağlı-) -ben kullanmaya üşendim açıkçası. 
*Çikolatalı kıtır (üstü için-isteğe bağlı) ceviz veya fındıkta çok yakışıyor.

Hazırlanışı;

1.Öncelikle margarin ve şekeri krema kıvamına gelinceye kadar mikserle çırpın. daha sonra yumurtaları teker teker ilave ederek çırpmaya devam edin.
2.Karışıma sıvıyağ, süt ve yoğurdu da ilave ederek karıştırın.
3.Un, kakao, kabartma tozunu bir kapta karıştırıp eleyin ve sıvı karışıma azar azar ekleyerek karıştırın.
4.En son doğranmış çikolatayı da ekleyip karıştırdıktan sonra muffin tepsisine yerleştirdiğiniz muffin kağıt kalıplarınıza paylaştırın.
5.180 derecede önceden ısıtılmış fırında batıracapınız kürdan temiz çıkıncaya kadar pişirin ve muffin tepsisinden çıkarmadan içinde soğutun.
6.Muffinler iyice soğuduktan sonra Dr oetker çikolata sosounu üstünde yazdığı gibi hazırlayın ve muffinlere paylaştırarak süsleyin.

Afiyet olsun.
Bon appetit!
Enyoj your meal :)
Guten Appetit!






















15 Ekim 2012 Pazartesi

Lavender








Hey. 

Hey. You almost died today.

Yeah, I almost died today.
(Derek is at a loss for words and starts heading to the door)
I can't, I can't remember our last kiss. All I could think about was, "I'm going to die today and I can't remember our last kiss," which is pathetic. But the last time we were together and happy, I... want to be able remember that, and I can't Derek. I can't remember.

I'm glad you didn't die today.
(Starts to leave but stops)
It was a Thursday morning, you were wearing that ratty little "Dartmouth" T-shirt you look so good in, the one with the hole in the back of the neck. You'd just washed your hair and you smelled like some kind of... flower. I was running late for surgery. You said you were going to see me later, and you leaned to me, you put your hand on my chest and you kissed me. Soft. It was quick. Kind of like a habit*. You know, like we'd do it everyday for the rest of our lives*. And you went back to reading the newspaper and I went to work. That was the last time we kissed.
(Derek starts to leave)

Lavender. My hair smelled like lavender... from my conditioner.

Lavender. Huh.
(Smiles then leaves)

14 Ekim 2012 Pazar





Hafta sonu tatili için ideal derim ben Safranbolu için. Biraz küçük bu yüzden yapılacak fazla şey bulamayabilirsiniz ama 2-3 gün için kesinlikle gidilmesi, görülmesi gereken bir yer.


Klasik Osmanlı kent mimarisini yansıtan tarihi Safranbolu evleri sayesinde ünlü olmuş bu bölge, aynı zamanda da bu evlerle dünya miras listesine girmeyi başarmıştır ve koruma altına alınmıştır(17 Aralık 1994’te UNESCO). Bununla birlikte Türkiye dünya miras listesinde 9 kültürel varlığın ev sahibi olmuştur.



Safranbolu, ismini bölgede çok nadir bulunan safran bitkisinden alıyor.

Şehirde bulunan yaklaşık 2.000 geleneksel yapıdan 1.008 adeti tescil edilmiş ve yasal koruma altına alınmıştır. Yarı yarıya olsa da bence bu kadar evin koruma altına alınması da iyi bir şey. Kültürel miraslarımıza sahip çıkmaya başladığımızın bir kanıtı.



Küçük bir gezintiye çıkarsanız eski çarşıda fazlasıyla alınabilecek hediyelik eşya bulabilirsiniz. Bu sırada önünden geçtiğiniz her lokum satan yer ellerinde tepsilerle size denetmeye çalışacaktır. Evet hepsi çok lezzetli ancak kesinlikle yanınızda biraz su da olması gerek :)




 1975 yılında şehrin kentsel sit alanı ilan edilmesi akademik çevrelerin ilgisini çekmiş ve bu ilgi zamanla Türkiye dışına da taşmıştır. Turistlerin ilgisi ile 90'ların başından itibaren küçük ve orta ölçekli turistik tesislerin oluşumu başlamıştır ve bu sayede terk edilen konaklar otel ve lokanta gibi yapılara dönüşmüş, anıtsal eserler restore edilmeye başlanmış ve unutulmakta olan el sanatları tekrar canlanmıştır.



Buraya kadar gidilmişken yaklaşık yarım saat uzağında bulunan Yenice’ye uğramanızı da şiddetle tavsiye ederim.  Yemyeşil, iç açıcı doğası ve renkleri  diğer bir yandan da tertemiz havası ile kesinlikle uğranması ve bir yemek yenmesi gereken bir yer. 





4 Ekim 2012 Perşembe

Birbirine karşı ama aynı zamanda birlikte uyum içinde hareket edişin en güzel örneği Capoeria!













Capoeria bir brezilya dans-dövüş sanatıdır. Biraz tarihçesine değinecek olursak 16. Yüzyıl civarlarında brezilyalı köleler tarafından bulunduğunun iddia edildiğini görüyoruz. Bu köleler için capoeria ‘’özgürlüğe giden yol’’ olarak görülmüş, kendilerini zamanında bu saldırı kökenli sporla savunmuşlardır.


Dövüş sanatı değince hepimizin aklına bir anda onlarca isim gelebilir fakat capoeirayı bunlardan ayıran özellikler vardır. Estetik görünümü ve ritmik hareketleri en temel ayırıcı özellikleridir. Bu dans-dövüş sanatı kesinlikle katı formlara sahip değildir, sanki birbirine karşı ama aynı zamanda da bir bütün, birlikte hareket edişin en güzel örneğidir bence.


Bu gruplara katılanlar kendilerini bir anda birden fazla aktivite yaparken bulurlar. Mutlaka bir müzik aleti çalmak(kendi ritmik aletini yapman tercihleridir), şarkı söylemek ki bu hiç bilmediğin bir dilde de söylemeyi kapsar.





Ben çok etkileyici ve yapılası buldum bu dans-dövüş sanatını, özellikler kadınlar için vücudu müthiş şekle soktuğu söyleniyor J


Şimdide gerçekten bakalım neymiş bu capoeira.